26 Mayıs 2008 Pazartesi

gidiş-dönüş

insan yolda kaybolabilir. yolda kafası karışabilir. gideceği yönü şaşırabilir. yoldan hoşlanmayabilir. yolla savaşabilir. kendini yola layık görmeyebilir. yoldan uzaklaşmak veya geri dönmek isteyebilir. olur. olur bunlar. her şey olur.

yeter ki insan yolu kaybetmesin. çünkü öyle geliyor ki, bu sihirli şeyler, sihirli keşifler, insana bir kez görünüyor ve bir kez kaybedersen belki de bir daha asla sana görünmeyebiliyor. dikkatli ve uyanık olmalı. umutsuzluğa ve karamsarlığa hiç kapılmamak mümkün değil de, kapılınca da aynaya şöyle bir bakmalı. yaşlı ve şişmiş gözlerle bile olsa...

10 Mayıs 2008 Cumartesi

ayna

yolda olduğumu en derinden hissettiğim şu anlarda, bunu yazmalıyım. sıranın sende olduğunu düşünsem de, buraya yazman için seni asla zorlamayacağım elbet, bunu bilmeliisn. ancak şu anda belki ikimiz için yazabilirim ve böylece yolumuz yeniden belirgin olur.

derviş arkadaşıma mektup yazmıştım hani hatırladın mı? 2-3 yıl önce, derviş'in yolu kendi önünde bir ışık çakmasıyla aydınlanmıştı. o zaman hissettiklerini benle paylaştığında anlamamıştım ilk zamanda. sonraları, seninle tanıştıktan ve ağaçların fısıldayışını duyduktan sonra ona bir mektup yazmıştım. onu artık birazcık da olsa anlıyordum ve bunu bilmesi gerekiyordu.

işte o mektupta, kendi yolumun başlangıcını ve seni anlatırken, "insan insanın aynasıdır" demiştim de, o da "mümin müminin aynasıdır" diye karşılamıştı beni. bakış açıları işte. gülümsemiştim ancak.

bu ayna meselesini pek çok kez konuştuk tevfik'le. pek çok kez düşündük. neden bilmem aynada kendime uyduramadığım birşeyler vardı. mesela ayna'ya baktığımda aynanın tam olarak gerçeği yansıttığını nerden bilecektim? buna dair elimde bir ipucu var mıydı? aynanın yansıttığı (yani tevfik'te gördüğüm mediha) mı gerçekti, yoksa ben başka bir mediha'ydım da, aynanın yansıttığı kırılmış gerçek miydi?

puslu kıtalar atlası'nda mı okumuştum, yoksa orhan pamuk'un kitaplarından birinde mi? yoksa da vinci'nin şifresi'nde mi? ][ah, kitaplar için bir google search aleti çıkarsalar, sayfalarında elle tarama yapabilsek.][ leonardo da vinci, el yazmalarını ve notlarını değişik bir yazıyla yazarmış da, herkes şifreli olduğunu sanırmış. ta ki bir gün kağıtların karşısına bir ayna tutuluncaya dek. yazı aynaya tutulduğunda tam tersine döndüğü için, kendi bile ancak ayna karşısında okuyabilirmiş, ayna karşısında yazdığı el yazısını.

bu, dün geceki aydınlanmadan sonra, o aydınlanmayı tevfik'e tarif etmek için aklıma gelen bir örnekti. anlatmaya sondan başladım. başa döneyim: tevfik'le karşılıklı duruyor, aynı duyguları yaşıyor olmanın verdiği keyfi sürüyorduk. birbirimize doğru gidebilmemizin tek yolunun, aynı anda ve aynı oranda da o'na varma dileği olduğunu fark etmiştik. bizi birbirimize, o'na giden yol yakınlaştıracaktı ama, belki matematikte limitin sonsuza gitmesi gibi hep gidecek ve hiç sonlanmayacaktık. birbirimizde hiç bir olmayacaktık da, biz bedenlerimizden ayrıldığımızda ayrı bir yerde bir olacaktık.

bunlar benden çook uzun yıllar önceden beri yazıldı, konuşuldu, anlatıldı elbette. hem de benim asla beceremeyeceğim, teşebbüs bile edemeyeceğim kadar güzel şekillerde. ben ilk söylüyor değilim. bilen de biliyor zaten. fakat benim için değişik olan, bu sayede, bu yolda sahip olduğum yol arkadaşımın bana nasıl ayna olduğunu çözebilmem.

tevfik'e bir duygumu anlatmaya, ifade etmeye çalışıyordum ki şöyle oldu: dedim ki, bu öyle bir duygu ki, dünyadaki milyonlarca insan arasında sadece benim sahip olabileceğim şekilde mevcut. sadece bana has olan milyonlarca çeşitte ihtimalin, benzersiz bir şekilde bir araya gelmiş olmasıyla var. buna tevfik'le aramdaki bağın kendi biricikliğini, sayısız ihtimalin biraraya gelmesiyle oluşan tevfik'in biricikliğini ve bunlar arasındaki oluşan temastaki biricik kombinasyonu da katarsak ][havsalam bunu anlatabilmek için ancak bu basit sözcüklere yetişebiliyor ne yazık ki][, bu duyguyu ben ve yalnızca ben hissedebilirim. o halde ben bir yazıyım. belki ben bir kitabım. ve belki okunabilir olmak için bir aynaya ihtiyaç var. içimde yazılanları herkesin ve hatta kendimin bile göremiyor olması da, kendi şifremi kırmayı önce kendimin istemesi zorunluluğundan geliyor. eğer bunu ben istemeseydim, eminim ki, tevfik asla karşıma çıkmayacak ve yazılarımın okunması için bana ayna tutmayacaktı. kezâ aynı şey, sanırım tevfik için de geçerli.

sanırım bu blogun anlaşılabilir olma önkoşulunu bu yazıyla birazcık altüst ettim. sanıyorum ki burda yazılanları tam olarak ancak ben ve tevfik biliyor olacağız. yine de bu kırılma noktasında, yolda'ki bu büyük eşiği nasıl geçtiğimi buraya not düşmeseydim, unutmaktan korkardım. şükretmeyi unutmaktan...