30 Aralık 2008 Salı

yolluk

insan yola çıkarken neden ailesiyle, sevdikleriyle vedalaşma, hatta helalleşme ihtiyacı hisseder bilmiyorum. yola çıkarken hep bir "geri dönememekten korkma hali" geliyor insana. yahut geri döndüğünde bıraktıklarını bulamama endişesi. yola seve isteye çıkıyor olsak da, yol güzel/düzgün olsa da böyle bu. gidilen yeri bilsek de, bilmesek de böyle bu. geri dönüp dönmeyeceğimizi bilsek de, bilmesek de böyle...

ben şimdi yola çıkıyorum. arkamda helalleşmediğim bazı kitaplar var. onları yazmalıyım buraya. yolda olmanın güncesine geç kalmış bir yaprak ekleyeyim:

19.12.2007, 900 katlı insan, mustafa merter: aramızda güzel bahsedilen mustafa merter'in, güzel adlı güzel kitabı. isim mevlana'dan. psikoloji ilmine pek sempati beslemesem de, mustafa bey günümüz psikolojik yaklaşımlarının manevi yanının zayıf kaldığını göstermiş bu kitapta. bendeki en güzel etkisi, bilimselliğe çok fazla inandığımı fark etmemi sağlamış olmasıdır. ayrıca elbette ibn-i arabi ile ilgili daha çok araştırmamıza neden oldu. çünkü ibn-i arabi'yi bu kitapta anlatılan bölümlerden anlamamıştık. ve daha iyi anlamamız gerektiğini hissediyorduk. çok yönlü bu kitap, pek çok soru işareti doğurdu kafamızda. güzeldi.

14.01.2008, ufkumun ucundaki nijer, şenay çetin: teorik okumalarım arasında yer almasından çok mutluluk duyduğum bir kitap. tevfik'in güzel hediyesi. nijer'e gidip oradaki insanların sağlık problemlerine çözüm olmaya çalışan bir grup gönüllü insanın hikayesini, bu gruptaki diş hekimi şenay hanım anlatıyor. iyiliğe ve sevgiye inancın, bu dünyada neler yaptırabileceğini görmemi sağladı. içime ferahlık verdi, insana dair umutla doldum. en çok da şenay hanım'ın bir cümlesi etkiledi: "nijer'e gidip insanların hayatlarına faydalı olacağımı sanmıştım, ancak esas değişen ben oldum", diyor. bu kitap sayesinde, insanın sahiden ihtiyacı olanın gelip onu bulduğunu çok iyi anladım. kadere inancım pekişti. o'ndan gelenin hep iyi olacağını bildim.

26.01.2008, tanrı'nın doğum günü, burak özdemir: sevdiğim büyük bir kitapçıya, kitap almak için değil, her zamanki gibi kitaplar arasında öylesine dolaşmak için girdiğim günlerden bir gün. bana sihirli şeyler söylediğine inandığım şeylerin başında kitaplar geliyor. hem sessiz olup hem bu kadar çok şey söyleyen başka ne var ki zaten bu dünyada. işte o gün buldum bu kitabı. yahut da o beni buldu. sonra günlerce tdg diye diye dolaştım. kitabı okuduğum süre içerisinde, heryerde tdg görüyordum, tdg plakalı arabalar çıkıyordu karşıma. sana da aldırdım ya tevfik. koşa koşa gidip almıştın. hatta karlı bir gündü sizin ordaki. hatırlıyorum evet. hala bitmedi tdg. sonlarına doğru okumaktan yoruldum. ama güzeldi. iyi bir başlangıçtı. yumuşak bir geçişti, tatlı bir yorumdu. tamamen inançsızken, inanması için aklına getireceği bazı sebepleri bu kitapta bulabilir insan.

21.03.2008, İbn Arabi'nin Füsûs'undaki Anahtar Kavramlar, Toshihiko Izutsu, Çev: Ahmed Yüksel Özemre: mustafa merter'in kitabında bir bölüm vardı ki, oraya gelip de bir türlü ilerleyemedim, anlayamadım. üzerinde tevfik'le uzun süre durduk ancak anlamak için daha geniş bir kaynağa ihtiyacımız vardı. o bölüm, ibn-i arabi'nin ayan-ı sabite kavramı idi. sırf bu kavramı ve arabi'deki diğer pek çok kavramı daha (hayvaniyyetin irfani, misal) anlayabilmek için, füsus-ul hikem'i okumadan önce bir giriş kitabı olarak bu kitabı okumaya başladık. kitap, http://www.ozemre.com adresinden indirilebilir. fakat anladım ki, rahmetli yüksel özemre'nin nefis çevirisine rağmen, bu kavramları anlamak için biraz daha vaktim var. kitap başucumda duruyor, ancak hala sırası gelmedi. yakın gelecekte tekrar okumak üzere, iç sesimden gelecek "hazırsın" çağrısını duyana dek orada bekliyor beni.

02.12.2008, halvette 40 gün, michaela mihriban özelsel: bir dervişenin halvet günlüğü. halvet sözcüğünü nasıl bilirdiniz? ben iki sevgilinin halvet oluşunu bilirdim bir tek. halvet olmayı, sevişmek, birleşmek sanırdım. meğersem kelime anlamı "ıssız yerde yalnız kalmak, birisiyle görüşmek amacıyla dışarıdan kimseyi almamak" demekmiş. vaov! anlam düzlemimdeki kayışın bende yarattığı etkiyi anlatamam. tevfik'in postasından çıktı bu kitap da. sağolsun, beni besliyor kitaplarla. bu kitap bende, yolda olmanın aşamalarını anlatıyor olması açısından bana çok faydalı oldu. seyr-i sülûk kavramıyla tanışmam, buradaki bir yoltaşı olarak halvet deneyimini, bir kadının ağzından dinlemek de, çok leziz bir okuma süreci yaşattı bana. en çok da, zikir yapmanın kötü bir şey olmadığını düşündüm (zikir yapmak benim çevremde, zincirlerle sırtına vuran delirmiş, kendini kaybetmiş adamlarla birlikte anılıyor hala).

7 Aralık 2008 Pazar

ipin ucu

whereof one can not speak thereof one must be silent.
(l.wittgenstein)

yol, konuşması zor şeylerden biri. konuşulamayan için sessiz kalmak hatta belki öylece durmak gerekiyor. ve bazen, dayanamayıp; tam olarak yapamayacağımı bildiğim halde kalkışabiliyorum. bu cesareti veren şeylerden biri de gün gelinceye dek tam olunamayacağını öğreniyor olmak sanırım.

yol hakkında bilebildiklerim öyle sınırlı ve birbirinden kopuk ki tutup tarif etmeye kalksam, karanlık bir odada tek eliyle dokunabildiği fili tarif etmeye çalışan âmâ bir insan gibi olacağım. bu yüzden anlatacaklarımı tarttığım her seferinde yeniden susmaya karar veriyorum ve bu tarifin ancak ariflerce yapılabileceğine inanıyorum.

o halde sevgili okuyucu; bilmelisin ki burada yaptığımız şey bir seyir defteri tutmaktan öte değil. sen de belki benzeri bir rota üzere seyahat ediyorsan, yolda başkaları neler yaşamış onları görebilirsin. hepi topu o kadar.

...

bir zaman önce, uyku ile uyanıklık arasında salınır haldeyken yolu gördüm belli belirsiz. tıpkı benim salındığım gibi boşlukta öylece salınıyordu. arkamı döndüğümde gerisi yoktu ve önüme baktığımda ilerisi yoktu. yürüyünce; ilerisi aydınlanırken geride kalanlar görünmez oluverdi. sağımda ve solumdaysa üzerinde durduğum yola benzeyen bir çok yollar kendi halinde salınıyordu.

sonrasında bunun bir şekilde uzay-zaman kumaşıyla örtüştüğünü anlatmak istedim ve fakat bir bütün olarak düşününce mesele kavrayışımın çok üstündeydi. üstelik muhayyilemde canlanan görüntü, nedensellik çerçevesinde bir bilişten ziyade sezgilerim ile bilgilerimin harmanlandığı garip bir şeydi.

işte bu yüzden, kumaşı anlatmayı daha iyi yapabileceğime inandığım bir geleceğe erteledim.

...

kumaşı dokuyan ipler aslında bizim yollarımızmış meğer. ve her an dokunmaya devam ediyor. yolumuza dokunmaya/yolumuzu dokumaya.

yol, yolcunun yürüyüş temposu ve yürürken edindikleri neticesinde bir hal alıyor, yavaşça fakat özenle, kendiliğinden başka bir yöne evrilebiliyor.

yukardaki iki parçayı birleştirince; yolun akışını ya da bir sonraki ilmeği belirleyen şeyin karşısına gelebileceklere hazır olduğu kadar yolcunun belirlediğini söyleyebiliriz. tüm desenin belirlenmesine olabildiğince sade ve küçük bir katılım.

...

ve bir gün desenlerin sahibi, tam da ihtiyacımız olan zamanda tam da ihtiyacımız olan şeyi karşımıza çıkardı: halvette kırk gün. [halvet ne ki?]