7 Mart 2008 Cuma

ağaçların arasından

evet kolay değil o kadar. yolu görmek, cesaretle içine girmek, yolda kalmaya devam etmek. yine de, benim için belki biraz daha zor oldu. anlatayım:

ben hep akla ve saf akla güvenen bir insan oldum. aldığım eğitim de bunu destekledi. aklımın bilebildiklerine güvendim, arkasındakilere boşverdim. duygular benim için aşk, coşku, nefret, acı ve bunların benzeri olanlardan ibaretti. başıma kendi yaratmadığım hiçbir olay gelmedi. kontrol edemediklerim olduysa da, bana zarar vermemelerini sağlayabildim. ayağımla, olmadı parmak ucumla, zemine hep dokundum. bir yere basıyor olduğumu bilmek hoştu, güvenliydi. bastığım yeri de hep kendim yarattım. ayağım dibe değmiyorsa fazla açılmadım. bu halde inanç konusu da, hep kulağımı tıkadığım bir şey oldu. bazen kendini duyurmaya çalıştıysa bile, duymazlıktan geldim. aklıma sığmayanı, yüreğime de almadım.

zor tabii insanın başlangıçları anlatması. bunları okuyan insanların anlaması ise daha zor. bu blogu sadece kendimiz için değil, başkaları için de yazmaya niyetlendiğimize göre, daha açık anlatmayı denemeliyim:

sıcak bir ağustos günüydü kutunun içindeki kediyi dinleyişim. nefis kahve içiyorduk. kahvenin yanında getirdikleri çikolata kaşıkların varlığından haz alıyordum. garsonu sevmiştim- sevmesem oturamam fazla. güneş çoktu aslında, ama biz gölgedeydik. maddesel olarak herşey pek bir yerli yerindeydi, ki bu o zaman bana garip gelmemişti. ilk karşılaştığımız bahar ayında bastıran yağmurun, bizi kapalı bir mekana hapsedip birbirimize dönmemizi sağlaması bile, bir neden değil bir sonuçtu. maddelerin dizilişleri sadece haz veriyordu o zamanlar. başka anlamlarını bilmiyordum daha.

karşımdaki gözlerin ışıltısını ben de görüyor, ama kaynağını bilmiyordum henüz. tanımak için çaba sarfedip etmeyeceğimi de bilmiyordum. doğrusu, çok şey vaad etmiyordular şimdilik. yine de, içimdeki bitmez tükenmez merakın ve yeni şeylere ilginin konusu oldu kutunun içindeki kedi.

][yola neresinden gireceğinizi bilmiyorsanız, ağaçların arasında fısıldanan hikayelere kulak verin. yapacak başka bir şey yok zira. şanslıysanız bir yola ulaşacaksınız.][

tevfik'le tanıştıktan bir süre sonra, bir yola girdiğimizi hissettik. sanıyorum benim hissedişimle onunkisi aynı zamanlara denk geliyor. güzel bir yoldu bu. başını bildiğimiz, ama sonunu büyük ihtimalle bilemeyeceğimiz bir yol. sonunu bilemeyecek oluşumuz, sonun hangi anda geldiğini bilemeyecek oluşumuzdan (insan tam ölüm anını bilebilir mi?). ya da şimdi düşündüm de, yolun sonu sahiden hiç yokmuş gibi geliyor bana...

doğada, dansta ve vücudumuzda bazı hareketler, bazı sistemler vardır ki, hiç bitmez ve biri diğerini takip ederek akıp ilerlemeye devam eder. yolda olmak da böyle birşey. başlangıçtan itibaren sürekli bir hareket (ilerleyen bir salınım?) halindeyiz. benim sözümün bittiği yerde, tevfik'inki başlıyor, onunkinin bittiği yerde benim. bazen ikimizin de sözü bittiğinde, başka bir çağrışım gelip bizi buluyor ve bu kez oradan yola devam ediyoruz.

][ağaçların arasından fısıldanan hikayeler dediğim de, bu çağrışımlar, bu küçük esrarengiz olaylar aslında.][

bu yazacaklarımız bir aşk hikayesi değil. iki sevgilinin birbirine methiyeler düzdüğü bir mecra da değil. ve fakat içine girdiğimizi yolun kendisine duyduğumuz aşk sayesinde fark edebildiğimiz bir "yolda olma" hikayesi. herkesin kendi yolunu ve yol arkadaşını bulmasını diliyorum içtenlikle.

1 yorum:

cüneyt uzunlar dedi ki...

Muhabbetiniz ne güzel. İçim ısındı. Nazar değmesin, tık tık! Yolunuz açık olsun. Bu arada maske muhabbeti de sağlamdı.